Çocuklar size kendileriyle ilgili olanları değil, sizi size öğretmek için hayatınıza geliyor

Çocuklarımız, hayatlarını bağımsız olarak idame ettiremeyecek kadar küçük ve güçsüz olsalar da, bizi derin uykumuzdan uyandırma konusunda inanılmaz bir potansiyel taşırlar.

“Aydınlatan” terimini, bizi bilinçli hareket etmeye sevk eden anlamında kullanıyorum ve seviyorum. Çocuklarımız için kullandığımız çeşitli basmakalıp ifadelerin ötesine geçiyor. Doğrudan çocuklarımızın bizi aydınlatma ve bilincimizi yeni farkındalıklara açma potansiyellerine hitap ediyor. Kızımın bunu nasıl başardığını fark etmeye başladığımda hayretler içerisinde kalmıştım.

Bunun gerçekten şaşırtıcı tarafı ise, çocuklarımızın bizlere sunduğu bu farkındalık ani aydınlanmalardan çok en yalın anlarda, en mahcup edici durumlarda aldığımız derslerdir. Aslında, çoğu zaman bilinçaltımızda oynanan tiyatronun tam anlamıyla farkına çatışma anlarında varırız. Bu nedenle, birçok ebeveynin yaptığı gibi gerginliklerden kaçınmak ya da aile içinde anlaşmazlıkları yadsımak yerine, ebeveynlere çatışmaların kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve yaşadıkları aydınlanmayı, bilinçlenmeyi hala devam eden olgunlaşma süreçlerinin bilincine varmak için kullanmaları yönünde onları yüreklendiriyorum.

Çocuklarımız üzerinde hâkimiyet kurmak, güçlü hissetmeyi ve kontrol etmeyi seven egomuz için cazibe kaynağıdır. Otokratik biçimde gelişen ve şimdi de güce düşkün olan egomuzu bunun için gerçekten suçlayabilir miyiz? Hem hayatları üzerinde neredeyse tamamen hâkimiyet kurmamıza başka kim izin verir ki? İşte yapamazsınız. Ebeveynlerinize ya da kardeşlerinize ya da arkadaşlarınıza da. Çoğu zaman egonuz, tam anlamıyla kontrol edebileceğiniz tek ilişkinin çocuğunuzla olan ilişkiniz olduğunu düşünür. Hâkimiyet kurmak için böylesine çabalamasının nedeni de budur. Yalnızca çocuklarımızlayken her şeyi bilen, kontrol eden, emir veren oluruz. Bu tür bir kontrolün aslında zayıflığın işareti olduğunun farkına varabilseydik, yaptıklarımızı yeniden gözden geçirirdik.

Çocuklarımıza kimi zaman ne kadar olgunluktan uzak davrandığımızı fark etmezsek, ki çocuklar sürekli bize hareketleriyle bunu yansıtacaklardır, kendimizi geliştirmek için elimize geçen en büyük fırsatı kaçırırız. Öte yandan, çocuklarımızın bize ayna tuttuğu hatalarımızı kabullenebilirsek, derinden değişmek için bir şans elde ederiz. En sıradan, günlük paylaşımlarımızda geçen çok ufak konular bile değişim yolunda katalizör görevi görür.

Sabahları, çocukları kendisini dinlemediği ve okula geç kaldıkları için sinirlerine hakim olamadığından yakınan anne örneğine bakalım. Bu tip bir duruma verilen geleneksel yanıt, çocukların dinlemeyi öğrenmesi için anneyi çocuklarını disipline etmesi için teşvik etmek olacaktır. Asıl sorun ise bu tip durumlarda kalan ebeveynlerin aralıksız olarak “Beni duyuyor musun?” diye sormalarıdır. Bir süre sonra ise “Ben sana ne dedim?” demeye başlarlar. Çok geçmeden de yüksek sesle konuştuklarında çocuklarının dikkat kesileceği yanılgısı içinde bağırırlar. Fark edemedikleri ise çocuğun o an öğrendiği şeyin dikkat etmekle hiçbir ilgisinin olmadığıdır. Çocuk içerlemeyi, böylece giderek daha fazla meydan okumayı öğrenir.

Daha sık ve daha sert disiplin gerektiren geleneksel yaklaşımın yerine, annenin düzensiz olup olmadığı ya da çoğu zaman geç kalıp kalmadığı üzerinde durmaya ne dersiniz? Kendisi de sabahları zorluk çekiyor mu yoksa? Bakın odak noktamız çocukların değiştirmesi gereken davranışlardan, annenin kendi içinde neleri değiştirmesine kaydı.

Oldukça farklı olan bu yaklaşım kullanıldığında anne aynaya bakıp kendine şunu sorar: “Çocuğum benim davranışlarımı mı yansıtıyor? Daha düzenli olmak için benim hayatımı yeniden düzenlemem mi gerekiyor?” Çocuklarımız olmadan önce belirli bir düzeye kadar olan düzensizlik kendi açımızdan makulken, artık kendi düzensizliğimizin çocuklarımıza kazandırmaya çalıştığımız iyi niteliklere zarar verdiğini fark ediyoruz. Kendimiz dağınıklıkla başa çıkabilsek de bunun çocuklarımız üzerindeki etkisi yıkıcıdır.

Anne açısından sabahları plansız, düzensiz olmak küçük bir şey gibi görünebilir ancak çocuklarımızın davranışlarını şekillendiren verdiğimiz eğitim ya da emirler değil, tam da bu günlük alışkanlıklarımızdır. Kendi içimizde bu sorunları çözmediğimiz sürece, çocuklarımızın davranışlarında büyümemiş yetişkinler olduğumuz gerçeğini görmeyi sürdürürüz. Dahası, hayatımızı organize etme konusunda gelişmek ve olgunlaşmak için gönüllü olmadığımız sürece, bu küçük görünen alışkanlıklar aile yaşantısını bozan tohumları ekecektir.

Daha farklı bir senaryoyu ele alalım: Okulda kendisini rahatsız eden diğer öğrenciler yüzünden giderek içine kapanan on iki yaşında bir çocuk örneğimiz var. Çocuk, ailesinin ne yapacaklarını bilemediklerinden gittikçe arttırdıkları baskılara, ikna çabalarına ve tehditlere rağmen okula gitmeyi, hatta arkadaşlarıyla oynamayı reddetti. Çocuğun sorunun “çözülmesi” için uzmanlara başvuruldu, ama sonuç alınamadı. Bazen böyle müdahaleler gerekli olsa da, yardıma başvurmadan önce, çocuk yerine dikkatimizi aileye verelim mi? Örneğin sosyal ilişkiler geçmişlerine bakabiliriz.

Annenin geçmişini incelediğimizde anne, çocukken diğer çocukların alaylarına ve zorbalıklarına maruz kaldığını ve dışlanmış hissettiğini anlattı. Sonuç olarak çocukluğunun büyük bir bölümünü anne yalnız geçirmiş. Sürekli sataşmalara maruz kalmasının kendi suçu olduğunu düşündüğünden, ciddi ölçüde utanç duymaya başlamış. Sataşmalar, yalnızlık ve utanç aşırı derecede kaygılı olmasına neden olmuş. Oğluna okulda sataşmaya başladıklarında ise, kendi yaşadığı kaygılar yeniden yüzeye çıkmış. Oğlu için çok endişelendiğinden, farkında olmadan çocuğun özgüvenini kırmış. İçindeki gücü keşfetmesi için oğlunu yüreklendirmek yerine, hissettiği aşırı kaygılarla çocuğun daha da içine çekilmesine neden olmuş.

Yaptığımız terapiyle anne, oğlunun onun kaygı dolu tepkilerine katlanmakta zorluk çektiği için içine kapandığını ve kendi tepkilerinin de hiç yüzleşmediği çocukluk yaşantılarının kalıntısı olduğunu öğrendi. Günlük basit olaylarla, ya da daha derin şekillerde çocuklarımız sürekli olarak bize şunu söylüyor: “Uyan, kendine bir bak, kendini dönüştür. Bunu kendin için yap ki, ben de senin üzerindeki yüklerden kurtulabileyim.”

Kimi zaman çocuklarımızın bizi uykumuzdan uyandırarak fark ettirdikleri düzensizliğimizdir, kimi zaman da takıntılarımız ve bağımlılıklarımız. Bazen de dikkatimizi kaygılarımıza, mükemmel olma ihtiyacımıza ve kontrol etme arzumuza çekerler. Evet ya da hayır demeyi beceremediğimizi, çoğu zaman aslında her ikisini de kastetmediğimizi bize gösterirler. Kontrol sorunumuza, bağımlı olma eğilimimize, evlilikte yaşadığımız sorunlara ışık tutarlar. Uzun bir süre sakin kalamadığımızı fark etmemizi sağlarlar. Tam anlamıyla dikkatimizi onlara vermenin ne kadar güç olduğunu, açık olmakta zorlandığımızı, spontane ve oyuncu olmanın bizi endişelendirdiğini gösterirler. Özellikle de aslımıza uygun davranmadığımız her şeyi bize geri yansıtırlar. Çocuklarımızın davranışlarında ve bize verdikleri tepkilerde, yine kendi davranışlarımızda ve onlara verdiğimiz tepkilerde – görmek istersek elbette – bilinçaltımızı görebiliriz. Gerçeği kucaklamayı öğrendikçe, hareketlerini kabullenmekte zorlandığımız çocuklarımızla çatışmayı bırakır; bu zorlukların geçmişimizden gelen ve çözümlenmesi gereken bir sorunun yansıması olduğu gerçeğini fark ederiz.

Bilinçli Ebeveynlik Kasları

Çocuklarına odaklanmış, ilgili anne babaların yetiştirdiği çocuklar evrenin sınırsız zenginliklerine güvenir. Ebeveynlerinin güçlü bir şekilde zorlukları, acıları kucaklayıp amaçlarına sarıldıklarına tanık oldukça, kendi içlerindeki güce inanmayı öğrenirler. Kendi özgün ifade biçimimizin ne kadar farkında olursak, çocuklarımız da o ölçüde kendilerininkinin farkında olacaktır. Ne kadar yürekten yaşarsak, onlar da o kadar yürekten yaşayacaktır.

Bu yazı, her yıl yüzlerce aileye danışmanlık veren Dr. Shefali Tsabary’nin “Bilinçli Ebeveyn Çocuğunu Nasıl Yetiştirir?” isimli kitabından alınmıştır.

BILINCLI_EBEVEYN_COCUGUNU_NASIL_YETISTIRIR