Diyet yaptığınız bir dönem eşiniz sizi bir kutu pastayı yerken yakalıyor ve bir daha pastaneye gidememeniz için arabanızın anahtarlarına el koyuyor. Nasıl hissedersiniz? Ya da bir arkadaşınızla çıkacağınız öğlen yemeğine geç kaldığınız için arkadaşınız en sevdiğiniz takınızı ona vermenizi istiyor. Şimdi nasıl hissediyorsunuz?

Çocuklarını tehdit etmemiş ebeveyn var mı? Bize itiraz ettiklerinde televizyon izlemelerine izin vermiyoruz. Aksilik yaptıklarında, arkadaşlarına oyun oynamaya göndermiyoruz. Sınavlarından iyi not alamadıklarında, lunaparka gitme sözümüzden vazgeçiyoruz. Odalarını temizlemezlerse, iPodlarını ellerinden alıyoruz. Dediğimi yapmazsan ….  diye devam eden tehditlerin kapanına kısılıp çocuklarımızı kontrol etmeye çalışırken kendimizi tüketiyoruz.

Birçok ebeveyn kendilerini sürekli bir değiş tokuş sürecinin içinde buluyor. Buna “gardiyan-mahkûm” yaklaşımı denebilir; bu yaklaşımda gardiyanın çocuğun hareketlerini yakından gözetlemesini gerekiyor. Mahkûm rolündeki çocuk doğru ya da yanlış herhangi bir şey yapıyor. Gardiyan rolünü oynayan ebeveyn de karşılığında onu ya ödüllendiriyor ya da cezalandırıyor. Kısa süre içinde mahkûm kendi davranışlarını düzeltmekte gardiyanın kontrolüne bağımlı hale geliyor.

Bitmeyen bir kısırdöngü

Ödül ceza sistemi, çocuğun kendi kendini kontrol etme potansiyelini eriterek, öz disiplini öğrenebilme kapasitesine de ket vurur. Başarısı tamamıyla gardiyanına bağlı bir kuklaya dönüşen çocuk, içsel motivasyon yerine dışsal motivasyonu öğrenir. Sonuç olarak tehdit, rüşvet ya da cezaya başvurduğumuzda çocuklarımız onlara değer verdiğimizi ya da öğrendiklerine ilgi gösterdiğimizi düşünmezler. Yaptıkları ve söylediklerini sürekli sorgulayarak kendilerine duydukları saygıyı zedelediğimizden, onlara verdiğimiz tek mesaj “Ceza almayı hakkettiğine göre çok kötü biri olmalısın’’dır. Bu da, kendinden nefret etme, kendinden emin olamama, utanç ve suçluluk gibi duygulara dönüşür – ki öğrenmek için hiç de ideal değildir.

Hiçbir ebeveyne gardiyan rolünü oynamak mutluluk vermez. Bu role girmekten hoşlanıp hoşlanmadıkları sorulan ebeveynlerden alınan yanıt tereddütsüz “Kesinlikle hayır” olur. Ancak aslında bu rolü oynuyoruz ve bundan vazgeçmemiz önerildiğinde, yerine koyacak hiçbir şeyimiz olmadığını zannediyoruz

Telefonlarını ellerinden alarak, bağırarak, ceza vererek ya da tokat atarak çocuklarınızı disipline etmek, sorunu çözmek yerine kalıcılaştırıyor. Disiplinin işe yaramadığının kanıtı önünüzde duruyor. İşe yarasaydı, çocuğunuz hala bu davranışları sergiliyor olmazdı.

İçinizden “ne demek istiyor bu yazı?” diye mi geçiriyorsunuz. “Çocuklarımı nasıl disiplinsiz bırakabilirim? Onları korkutmaz ya da cezalandırmazsam hiçbir şey yapmazlar.”

Birçoğumuzda disiplinin ebeveynliğin temel taşı olduğu inancı ne kadar kemikleşmiş, farkında mısınız? Böylesi bir ebeveynlik yaklaşımının sonucuna bir bakalım; Kontrol edilmeye alışan ya da karşılığında bir şey almadan içinden gelerek hiçbir şey yapmayan bir çocuk! İşin tuhafı, en ağır şekilde disipline edilen çocuklar genellikle kendilerini en az kontrol edebilenler oluyor.

 “Disiplin” olarak düşündüğümüz şey, yıkıcıdır

Amacımız çocuğumuzu eğitmekse, disiplin eğitimin düşmanıdır. Eşanlamlı olmak şöyle dursun, hemen herkesin inandığının tersine, disiplin ve eğitim farklı dünyalara aittir.

Buna örnek olarak çocukken odanıza gönderildiğinizde, en sevdiğiniz televizyon programı kapatıldığında, cezalandırılıp arkadaşlarınızı göremediğinizde, telefonunuz elinizden alındığında, azar işittiğinizde ya da tokatlandığınızda ne hissettiğinizi düşünün. İyi hissettiniz mi? Size öğretilmesi amaçlanan şeyi kendiliğinizden yapmaya başladınız mı? Hayır, “Ebeveynlerimin dediği olur, o yüzden onları kızdırmamalıyım” diye düşünmeyi öğrendiniz. Büyük olasılıkla ebeveynlerinizin diğer yetişkinlere, iş arkadaşlarına ve hatta ev hayvanlarına bile sizden daha fazla saygı gösterdiğini de öğrendiniz.

Disiplin, akla yatkın olmayıp daha çok ebeveynlerin kaprisleriyle ilgili göründüğünden çocuklarda her zaman içerlemeye neden olur. Zorunda bırakıldıkları için isteklerimizi yerine getirseler de taleplerimize, ama en fazla da mesajı ileten bizlere karşı içten içe bir direnç geliştirirler. Dirençleri ya da en iyi olasılıkla gönülsüzlükleri ebeveynin kontrol ihtiyacını yoğunlaştırır; çünkü ebeveyn çocuğunu sıkı tuttuğu ölçüde terbiye vereceğine inanıp çocuğun üstünde baskı uygular. İşte bu direnç, öğrenmenin, gelişmenin ve – her şeyden önemlisi – ebeveyn ve çocuk arasındaki bağın önünde engel oluşturan duygusal bir yaraya dönüşecektir.

Kendi bilinçaltınıza ayna tutarak çocuğunuzla ilişkinizi düzeltebilirsiniz

Bilinçaltımız, inanılmaz bir enerji taşıyor. Çocuklarımız, bu enerjiyle yarattığımız atmosferi hissedip tepki veriyor. Bizden yayılan ‘‘titreşimi’’ hissediyorlar da diyebiliriz. Etkili ebeveynliğin anahtarı, çocuğun ‘‘kötü davranışlarına’’ değil, kendi ‘‘kötü davranışlar sergileyen duygusallığımıza’’ odaklanmaktır. Duygusal düğümlerimizin farkına varıp onları çözümlemediğimiz sürece, bilmeden de olsa çocuklarımızda davranış bozukluklarının oluşmasına neden oluruz. Ancak gerçeği kabul edebilme cesareti gösterirsek, her türlü “disiplinin” sadece kılık değiştirmiş öfke krizi olduğunu görürüz.

Çocukluğumuzda tanık olduğumuz davranış modelleri, kendi ebeveynliğimizde şablon görevi görür. Ebeveynlerimizin bize hissettirdikleri hala çözülmeden içimizdeki yerini korurken bir yandan da çocuklarımızın davranışlarını yorumladığımız bir objektife dönüşür. Başka bir deyişle, çocuklarımızla etkileşimimizin büyük bölümü genellikle “bilinçaltı” adını verdiğimiz mekanizma tarafından yönetilir.

Bir dereceye kadar hepimiz, geçmişimizin tutsakları sayılırız; çocuklarımız da bunu ortaya çıkarma konusunda beceriklidir. Üzerimizde iz bırakan belirli olayların, her ne kadar unutulmuş gibi görünse de, biz onlarla yüzleşmeden ve onlara eşlik eden duyguları çözümlemeden bilinçaltı düzeyinde bizi kontrol etmeyi sürdürmesi bundandır. Terapistlerin meslek hayatı boyunca ebeveynlerinin öfkesinin, aşağılamalarının, ihmallerinin ve baskısının yarattığı gölgeden kurtulamayan, duygusal anlamda çocukluklarında sıkışıp kalmış kırklı, ellili ve altmışlı yaşlarındaki erkek ve kadınlarla sıkça karşılaşmalarına şaşmamak gerek.

Şu anki hayatımızdaki her çatışma – çocuklarımızla, eşimizle ya da diğer yetişkinlerle – bir anlamda çocukluğumuzun yeniden canlanmasıdır. Her ilişki, her etkileşim kendi yetiştirilme tarzımızın yansımalarına dayanır. O zaman bir anlamda aramızda yetişkin yok; hepimiz yetişkini oynayan çocuklarız. Ebeveynlik söz konusu olduğunda da birçok bakımdan çocuklarını yetiştiren çocuklarız.

Dünyadaki çatışmalardan da o sorumlu…

Sert, cezalandırmaya dayanan disiplin kavramının tamamıyla çocuklarımızdan üstün olduğumuz yanılsamasına dayandığını fark etmediğimiz sürece evlerimizde, sınıflarda, oyun bahçelerinde yaşanan günlük çekişmeler ve daha geniş çerçeveden dünyadaki çatışmalar şiddetini azaltmadan sürecek. Dahası bu otoriter ebeveynlik yaklaşımı, dünyanın bugünkü halinin de büyük ölçüde sorumlusu. Birey olarak, ulus olarak ve dünyaca yaşadığımız bozukluğun temelinde insanların kontrol edilmesi gerektiği inancı yatıyor. Fethetme arayışındaki tiranların “büyüklükleri”, boyun eğdirdikleri halkın üzerindeki kontrollerinden gelmiyor mu? Disiplin, hükmetme ihtiyacıdır ve türümüzü yüzyıllardır karakterize eden duygusal rahatsızlıkların büyük bir bölümünden de sorumludur.

Bazıları için bir hayat dersine dönüşecek bir kitap

İnandıklarınızı temelden sarsan ve sizi yepyeni bir biçimde düşünmeye ve davranmaya iten kitaplar enderdir. Bazı kitaplar bazıları için bir hayat dersine dönüşür. Bu yazının kaynağı olan yeni kitabımız Çocuğunuzun Sahibi Değilsiniz derin ve içten bir ebeveyn-çocuk ilişkisini mümkün kılacak bir rehber olması için kaleme alındı ve tüm dünyada çok ses getirdi.

cocuğunuzun sahibi degilsiniz

Her yıl yüzlerce aileye danışmanlık veren Dr. Shefali’nin kitabında şu sorulara derin ve bilgece yanıtlar bulacaksınız:

-Çocuklarımız kaba ve saygısız davrandıklarında ne yapmalıyız?

-Disiplin kullanmadan çocuğun olumlu davranışları nasıl pekiştirilir?

-Çocuğunuza net sınır koymanın kuralları nelerdir?

-Kendi bilinçaltınıza ayna tutarak çocuğunuzla iletişiminizi nasıl iyileştirebilirsiniz?

-Çocuğa ödül ya da ceza vermeden doğru davranması nasıl sağlanır?

-Bilgisayar oyunu, abur cubur, çizgi film ve sonu gelmez yeni oyuncak talepleri nasıl ele alınmalı?

-Ailenin ihtiyaçları ve çocuğun arzuları arasındaki çatışmanın savaşa dönüşmemesi nasıl sağlanır?

-Ödev kavgalarından niçin uzak durmalıyız?

-Çocuğun verdiği işaretlerin nasıl farkına varabiliriz?

-Çocuğunuz sizden uzaklaştığında ne yapmalı?

-Ergenlik çağındaki içe kapanmanın doğal olduğu savı neden yanlıştır?

-Çocukların üzüntüleri, acıları ve korkuları hakkında yanlış bilinen gerçekler nelerdir?

-Çocuklar farklı evrelerden geçerken onların yaşına uygun davranış kriterleri nelerdir?