Çocuğunuz kucağınızdan inip, sizsiz birkaç saat geçirmeye hazır görünüyor.  Göz önünde bulunduracağınız bir kontrol listeniz olduğunu biliyor ve bu yazıda okul seçerken dikkat etmeniz gereken “görünmeyen” işaretlere  dikkat çekiyoruz.

Her şey daha dün gibi. Ağzı süt kokan bebeğiniz büyüdü ve kendi zihinsel kaslarını oluşturma konusunda hızlandığı yaşa girdi: artık 3 yaşında. Onu parklara çıkarmaya, aile dışındaki insanlarla da iletişime geçirmeye, başka çocuklarla vakit geçireceği sosyal ortamlara sokmaya devam ediyorsunuz. Marina Montessori’nin dediği gibi: “Çocuğunuz, içinde doymaz bir ruhsal iştahın ve olanakların ansızın ortaya çıktığı, belli bir süreyle sınırlı ve o süre tamamlanınca geçip gidecek, çok belirgin bir dönemden geçiyor.”  3-6 yaş evresinde çocuğa gelişimini teşvik eden doğru bir ortam sağlar ve özgür bırakırsanız, bu evrede yeni becerileri kolayca edinebileceğini hissediyorsunuz. Dolayısıyla sosyal gelişimin başladığı bu dönemde, onu bir oyun grubuna veya anaokuluna göndermeye niyetlisiniz.

Uluslararası araştırmalar gösteriyor ki bu yaştan itibaren çocuklar için günde birkaç saat, kaliteli bir okul öncesi hazırlığı faydalıdır. Siz de çocuğunuzun ilkokula bezgin ve bıkmış başlayan yavrucaklardan olmasını istemediğiniz için üç yaş çocuğu için en idealinin yarım günlük bir program olduğu görüşüne katılıyorsunuz. Bu yazıyı okuduğunuza göre çocuğunuzun ikinci yuvası olacak bir mekânın nasıl olması gerektiğine dair de kafanızda iyi kötü bir resim var. Araştırıyor, öğreniyor, bazı fikirleri eleyip bazılarını tutuyor, etrafınızdaki annelerden bolca deneyim dinliyorsunuz. Yine de uygun okulu seçme sürecinde en çok içgüdülerinize güveniyor ve ilk bakışta görülemeyebilecek şeylere duygu gözünüzle bakarak güvendiğiniz bir okula çocuğunuzu kaydettirmek istiyorsunuz.

Öyleyse çocuğunuzu nasıl bir yere emanet etmek istediğinizi gözden geçirirken, okulun ruhuna işaret eden şu beş noktayı da göz önünde bulundurun.

  1. Çocukların giderek aktifleştiği ve öğretmenin giderek pasifleştiği bir ortam

Çocuğunuz, gittikçe kendi yaşamının dizginlerini eline almaya ve bunu yaptıkça içinde var olan güçlerin daha fazla bilincine varmaya başlayacağı yaşta. Dolayısıyla okul seçerken bir bakın: öğretmenlerin mi yoksa öğrencilerin mi sesi daha çok çıkıyor? Bir yetişkine bağımlı kaldığı sürece normal gelişim süreci sekteye uğrar. Fakat önceden hazırlanmış bir ortamda özgürce yaşayan çocuk çevresiyle önemli bir etkileşime girer ve bundan çok hoşlanır. Okul ortamında, ortada bir “direktörün” bulunduğu doğrudur, ama direktörün işlevi çocuğa kendi çabasıyla bir şeyleri yapmayı göstermenin ötesine geçmemelidir.

  1. Huzur veren ve hareketlerini kısıtlamayan fiziksel mekân

Fiziksel olanaklar imkân vermiyorsa, ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun bazı şeyleri gerçekleştirmek mümkün olmayacaktır. Sizin en kolay gözleyebileceğiniz şey de fiziksel mekândır. Bilimsel olarak okulda her çocuk için ayrılması gereken belli bir hacim vardır. Söz konusu hacim çocuğunuza ihtiyacı olan alanı sunuyor mu? Çocuğunuza hareket özgürlüğü veriyor mu? İçerideki her şey onun boyuna göre mi ayarlanmış? Duvardaki resimler onun boy hizasında mı?  Çocukların kendilerini güvende hissedecekleri  bir yer mi? Okulun yoğun saatlerinde en dağınık anına denk gelebilirsiniz. Hemen yargıya varmayın. Önemli olan dağınıklık değil, genel temizliktir.

  1. Özsaygı inşa etmelerine yardımcı olmak

Çocuğunuzun kendisine saygı duyması için, sizin ona saygı duymanız gerekir. Okul da bu tutumu devam ettirmelidir. Siz nasıl akşam yemeğinde çatalınızla onun tabağından bir şey almıyorsanız, bir şeylerini izinsiz kullanmıyor, konuşurken lafını kesmiyor, yolda karşılaştığınız tanıdıklarınıza çocuğunuzu tanıştırmayı unutmuyorsanız; okuldaki insanların da ilişkilerini düzenlemek adına benzer kurallar koyduğundan emin olmanızda fayda var. Öğretmenler çocukların göz hizasına eğilerek mi onunla iletişim kuruyorlar? Göz temasına dikkat ediyorlar mı? Çocuklar hakkındaki yorumlarını onların duyacağı şekilde yapmamaya dikkat ediyorlar mı? Bir şeyi hızlıca yaptırmak için aceleci mi davranıyor veya “dur ben yapayım” diyerek, çocuğun deneme-yanılma-öğrenme fırsatlarına kayıtsız mı kalıyor? Liste uzayıp gider, ama merak etmeyin. Çocuğa duyulan saygı daha ilk dakikadan kendini belli eder. Gönül gözünüze güvenin.

  1. Açık havada oynama fırsatı ve çocuk sınıfa girmeden önce, onun için düzenlenmiş bir ortam

Çocuğunuz sınıfın kapısından girdiği an “bugün keşfedecek ne var” duygusunu hissetmeli. Şunu söylemeye gerek var mı bilinmez: Bir anaokulu çok ama çok eğlenceli olmalıdır. O günün nasıl geçeceğinin ana hatlarını planlayan bir ekip çocuk için çok şey ifade eder. Çocuğa her fırsatta kendi boyuna uygun ebatlarda gerçek nesneler verilmelidir. Başka bir deyişle sınıfta sadece oyuncak değil, gerçek hayata özgü nesneler bulunmalıdır. Antik Yunan filozoflarından Heraklit’in MÖ altıncı yüzyılda dediği gibi “bir insan, oyun oynayan bir çocuğun ciddiyetine ulaştığı zaman, kendisine en yakındır”.

Öğrenme fırsatları sınıf dışına açıldığında ise tadından yenmez, çünkü açık havanın sunduğu fırsatlar sonsuzdur. Çocuklar açık havada bir yandan kaba motor becerilerini geliştirirlerken diğer yandan doğayı keşfetme fırsatı bulurlar. D vitamini sentezi için öğlen 12’ye kadar alınması gereken güneş ışığını ondan esirgemeyecek bir okul bulduysanız ne mutlu… Doğa yürüyüşleri, sebze bahçeleri, çiçek tarhları ve su oyunlarıyla çocuklar, hem sınıf içinde öğrendikleri becerileri ilerletme imkânı bulurlar hem de akranlarıyla sosyal ilişkilerini geliştirir. Yani doğayla ilişki içinde olmak, denklemin çok önemli bir parçasıdır. Hareket etmenin çocuğun gelişiminde çok büyük rolü vardır. Geniş bir bahçeye yayılmış bir okul şehirde yaşayanlar için çok zor. Ama gerçekten iyi bir okulun bahçesi veya açık havayla ilgili politikası da iyi olacaktır, emin olun.

  1. Yaratıcılığı Teşvik Etme Bilinci

Çocuğunuzun yılsonu sergisine gidip de panoda birbirinin aynısı resimleri görmek sizi hayal kırıklığına uğratır mı?   Anneler gününde öğretmen elinin epeyce değdiği belli bir elişi çalışmasını hediye olarak almak ister misiniz? Birlikte resim yaparken çocuğunuzun pembe yaprak çizmenize şiddetle itiraz etmesi sizi düşündürür mü? Bunlara yanıtınız evetse, okulun yaratıcılığa dair anlayışlarını da sorgulamanız yerinde olacaktır.

Yaratıcılık tüm gelişim alanlarıyla ilişkili olduğundan okulda planlanan tüm etkinliklerde yer almalıdır. Araştırmalar çok erken yaşlardan itibaren çocukların yaratıcılıklarını desteklemenin yaşamın ileri döneminde yüksek akademik ve mesleki başarı elde etmelerine yardımcı olduğunu ortaya koyuyor. Söz gelimi, Yale Üniversitesinde yapılan bir çalışma bir çocuğun yaratıcılık ölçümünün okul bitirme sınavındaki başarısını tek başına IQ skorundan daha doğru öngördüğünü ortaya koydu. Yale Üniversitesi çocuk araştırma merkezinden DR. Dorothy ve Jerome Singer tarafından gerçekleştirilen birkaç çalışma da yaratıcı oyunlar oynayan küçük çocukların sözcük dağarcığını ve matematiksel becerilerini ölçen testlerde bu tür faaliyetlere daha az zaman ayıran çocuklardan daha başarılı olduğunu gösterdi.  Dolayısıyla anne babanın ve çocuğun sık vakit geçirdiği diğer kişilerin yaratıcılığa dair kendi anlayışlarını genişletmeleri gerekir.

Yaratıcı faaliyetler denildiğinde aklınıza boya kalemlerini ortaya koyup karton kesmek gelmesin. Yaratıcılık kavramını boyama ve el sanatları gibi bilenen yöntemlerle sınırlayarak yaratıcılıktan çok uzak kalma tuzağına düşülebilir. Pablo Picasso’nun dediği gibi: her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdüğümüzde nasıl sanatçı kalabileceğimizdir.