JOHN JAMES AUDUBON (1785-1851), her ne kadar yalnızca kuşları resimlediyse de, güzel ve duygu yüklü güçlü görseller yaratma konusunda ustaydı. Yaşamının büyük bölümünde Kuzey Amerika’nın doğusunu neredeyse karış karış yürüyerek gezdi. Bu gezilerde boyalarını ve kâğıtlarını yanına alıp aklına estiğinde taslaklar çizerek yöreye özgü bitki ve hayvanları, 1800’lerin başlarında oldukları halleriyle belgeledi. Audubon’dan önce yaban yaşamını konu alan sanatçılar modellerini sanki bir kutu içinde sergileniyorlarmışçasına, sabit ve katı pozlarda resimliyorlardı. Audubon ise her bir özneyi sanki sayfanın içinden uçup gidecekmiş kadar canlı ve güzel resmetti. Bütün bunlar fotoğrafın icadından yıllar önceydi; dolayısıyla onun resimleri, aynı zamanda başka bir yüzyıla ait bitki ve hayvanların kayıtlarıdır. Üstelik resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş olması, yapıtlarını daha da heyecan verici kılmaktadır. Ona esin veren doğa, bugün bizlere göründüğünden çok farklıydı. Yol yok denecek kadar azdı; otomobil çağından çok önceleriydi. Kıtayı kat eden demiryolunun tamamlanmasına da on yıllar vardı. Birleşik Devletler’in nüfusu yalnızca on milyon kadardı; yani herkesi tüm Amerika’ya eşit şekilde dağıtsanız her kilometre kareye ancak dört kişi düşüyordu. Bugün ise nüfus* bunun otuz katından daha fazla ve kilometre kareye de neredeyse seksen kişi düşüyor.
Audubon, Atlas Okyanusu’ndan Mississippi Nehri’ne kadar olan alandaki geniş ormanlık alanı yürüyerek ya da at sırtında kat ediyor, yüzlerce yıllık uzun ağaçların oluşturduğu ormanların içlerine kadar gidiyordu. Binlerce kilometrelik tertemiz nehirler ve milyonlarca dönümlük orman arazileri henüz çiftlikler ve sanayi tarafından ele geçirilip kirletilmemişti. Bütün bunlar daha sonra olacaktı.Bu nehirler boyunca bugün orada görmeyi aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz hayvanlar dolaşıyordu: pumalar ve jaguarlar, kurtlar ve bizonlar, vaşaklar ve muslar. Audubon, fildişi gagalı ağaçkakan, Carolina papağanı ve göçmen güver cin gibi bu öyküde söz edilen ve günümüzde soyu tükenmiş kuşları kaydetti.İki yıl kadar bir süre, yardımcısı Joseph Mason ile yolculuk yaptı. Joseph’ın Audubon’a çok yardımı dokundu. O sırada yeni yetme bir delikanlı olsa da (Audubon’un yanına girdiğinde henüz on üç yaşındaydı), botanik alanında, özellikle de yaban çiçekleri konusunda hızla beceri kazandı. Kuş portrelerinin arkasındakigüzel bitki ve çiçek resimlerinin çoğunun Joseph’ın elinden çıktığı düşünülmektedir.
Audubon’un ressam ve doğa sever olarak yaşamı zorluklarla geçti. Resimleri için örnek toplamak amacıyla uzun süreler ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalıyordu ve çoğunlukla ancak karnını doyurabiliyordu. Kimse kuşların resmini yapması için ona para vermiyordu; bu kendi fikri ve tutkusuydu. Bu şekilde Kuzey Amerika’da yaşayan dört yüzün üzerinde kuş türünü resimlemeyi başardı. Dowdy Field serçesinden süslü flamingoya kadar bunların her biri son derece dikkatle çizilmiş portrelerdi.
Aslında resimlerindeki kuşların bu denli canlı olmasında bir ironi saklıydı. Seçtiği sanatsal yöntem günümüzde yasadışı kabul edilirdi! Nerdeyse tüm modellerini vurup öldürüyor, sonra da gerçekten de tel aracılığıyla onlara canlıymış gibi poz verdiriyordu. Resimlerinin hepsi gerçek boyutlarda ve kocamandı. Amerika’nın Kuşları adlı kitabının neredeyse bir metrelik sayfalarını dikkatle çevirebilmek için iki kişi, kitapları sergilemek içinse özel masalar gerekiyordu.
Audubon 1821’de, Louisiana, New Orleans yakınlarındaki Oakley Plantasyonu’nda yaklaşık dört ay geçirdi. Oakley’de oda ve yemek masraflarını çıkarabilmek için plantasyon sahibinin kızı Eliza Pirrie’ye dans ve çizim dersleri verdi. Günlüklerinden, Audubon’un Oakley etrafındaki ormanlardan ve bataklıklardan çok etkilenip esinlendiği ve resimlerinin çoğunu plantasyonda yaptığını öğreniyoruz.
Celeste’in öyküsündeki kurmaca olaylar işte bu dört ay sırasında geçiyor. Bunlardan kimileri gerçek: Örneğin Joseph’ın bir av sırasında hindileri havalandırmaya çalışırken vurulması; sonra, Audubon’un fildişi gagalı ağaçkakan ve canlı bir balık kartalı üzerinde çalışması da.
Peki ama, Joseph’ın bir tarla faresi dostu olmuş muydu gerçekten? Ya da Eliza’nın eski bebek evi tavan arasında bir köşeye mi atılmıştı? Bana sorarsanız, öyle.
*Yazar, kitabın yayımlandığı 2010 yılındaki Amerika nüfusunu kastetmektedir.
Henry Cole
Bu yazı, “Celeste İçin Bir Yuva” kitabının sonsözünden alınmıştır.