Her birimiz çocukluk döneminden geçtik ve (hemen) her birimiz bizleri duygusal olgunluğa eriştirecek biçimde nasıl yetiştireceklerinden büyük ölçüde habersiz anne babalar tarafından büyütüldük. Ve şimdi bizler ebeveyn olduk. Çocuklarımızla yakınlık kurabilme yeteneğimizi çeşitli şekillerde perdeleyen duygusal tepkiselliğimizin bilincine varmak ve çocuklarımıza farkındalık içinde yanıt verebilmek için yeni yollar düşünmek zorundayız. Anlayacağınız iş başa düştü!
Çocuklarımızla birlikte büyürken gördük ki, yaklaşımlarımızı düzenli olarak çocuğumuzun ihtiyaçlarına göre ayarlayarak sürekli rota düzeltmelerine gitmek ebeveynliğin olmazsa olmazı. O yüzden gözlemlemeye, onların ruh hallerini izlemeye, davranış kalıplarına dikkat etmeye devam!
Yeni bir yılın arifesindeyiz… Ailemizin rotasına bir göz atmak ve gündelik yaşantımızda çocuklarımızın kalplerindeki neşeyi büyütecek kararlar almak için sembolik bir dönem. Hazır yeni başlangıçlardan bolca söz edilen böyle bir dönemdeyken, Psikolog Özge Çivci’ye yeni bir yıla girmenin çocuklar için ne anlam ifade ettiğini sorduk ve elbette düşündüğümüzden çok daha fazlasını konuştuk.
Çocuklar bir yılın bitip yenisinin başlamasını nasıl algılıyor?
Yeni bir yılda hangi çocuk neyi algılar, kaç yaş nasıl hisseder, bunu sormak lazım. Bizler bunun içine giriyoruz, ruhunu hissediyoruz, acaba çocuklarda da bu böyle mi? Zaman kavramını kaç yaşında algılıyorlar? Okul öncesine baktığında yeni bir yıla başlayacak olmayı o yaş grubu pek algılamıyor. Okul öncesinden biraz daha büyük olanlar, ilkokuldan itibaren sayı kavramını oturtuyor, zamanı ve ayların geçişini algılayabiliyor. Yeni yıl dediğimizde, ev içinde bu nasıl yaşanıyorsa, çocuk onu biliyor. Evin içinde anne baba yeni bir yıla yeni bir başlangıç olarak bakıyorsa ya da hadi hayatımızda bir şeyleri düzenleyelim diyorsa, çocuk da bunun ruhuna girebilir. Ama anne babalar kendi içlerinde tükenmişlerse, öyle bir heyecan taşımıyorlarsa çocukların hissedeceği de buna paralel olur.
Yeni kararların arifesindeki ebeveynler adına soralım öyleyse. Aile yaşantımızda nerelerde yenilenmek bize iyi gelir?
Danışanlarımın hep şunu sorduklarını fark ediyorum: “Neyi yanlış yaptım?”, “Ben kötü bir anne miyim?”, “Nerede takılı kalıyorum?”, “Neyi eksik bıraktım, neyi atladım?” Onlara şunu söylemek istiyorum: Ebeveynlik iyileştirilebilir bir şeydir. Her gün iyileştirilebilir. Telafisi var. İlişkilerin içinde zorlanmalar yaşanır. Doğumda, sonrasında, hastalıklarla, çatışmalarla. Ama ilişki devam ettiğinde her türlü ilişki sorunu yeniden çerçevelendirilebilir. Zaten psikologlar da buralarda devreye girer. Bütün psikologlar ister çiftlerle, ister çocuklarla çalışsın, nihayetinde “ilişkiyle” çalışırlar her zaman. Anne baba da çocuğuyla ilgili geçmişinde takılı kaldığı bir yer olduğunu düşünüyorsa önüne bakarak neyi eksik bıraktığını düşünerek telafi edebilir, bunun niyetine girebilir, çünkü ilişkinin içinde yıprandığı gibi o ilişkinin içinde de iyileşecek. O çocuk da anne baba da…
İçgüdüsel olarak bunu biliriz değil mi? İlişkinin nerede bel verdiğini…
Çocuk belirti verir. Terapilerde çocukların semptomlarıyla çalışırız. Çocuk aslında nereye takılı kaldığını gösteriyor. Doğumda mı bir zorlanma oldu, bebekliğinde mi zorlanma oldu, üst üste kardeş mi geldi, taşındı da ardında sevdiklerini mi bıraktı, okul mu değiştirdi? Nerede takılı kaldı? Çocuk bununla ilgili semptom verir. Sekiz dokuz yaşında olan bir çocuk niye üç dört yaşında gibi tepkiler veriyor? Anne babalara hep şunu sorarım: O zorlandığınız anlarda çocuğunuz kaç yaşında gibi gözüküyor. On yaşındaki çocuğu için diyor ki, iki yaşında gibi ağlıyor. Bu, çocuğun iki yaşındaki durumuyla ilgili bir zorlanma belirtisi olabilir. O ana götürüyor çocuğu. Çocuklar sinyal verir. Çocuklarının sinyalini yakalayan anne babalar da o süreci her zaman iyileştirebilirler. Önemli olan o sinyali yakalayabilecek durumda olabilmek.
O sinyali yakalayabilecek durumda olabilmek. Bu cümleyi biraz açar mısınız?
“Ben” neredeyim, kendimle ilgili neredeyim, kendi ihtiyaçlarımı ve eksik ihtiyaçlarımı karşılayabildim mi? Benim takılı kaldığım yerler nereler? Çünkü benim çocuğum sürekli bana kendi çocukluğumu hatırlatıyor. Eksik kalanımı, yanlış yapılanımı, bana olan yanlışı, bilinçli veya bilinçdışı bir kıyas içindeyim. Benim çocukluğumda ben böyle miydim? Bana annem babam bu kadar ilgi gösteriyor muydu? Yani hep kendimle ilgili bir derdim var. Kendimle ilgili derdimi halledebiliyorsam çocuğumla sağlıklı, “onun ihtiyacına yönelik” gelişimine yönelik yaklaşımı sergileyebilirim. Ama bende olmayan bir şeyi ona veremem. Bende tamamlanmamış bir süreci…
Kendi yaşam öykünde bir gerileme demek bir çocuk. Mesela kardeş olduğunda ne oluyor büyük çocuğa? Kardeş harika bir şey, büyük çocuğun yeni doğan çocuk üzerinde eksik kalan yerlerini görebilmesi için bir fırsat. Kardeşte kendi geçmişine, o küçük geçmişine bir geri dönüş var. Anne baba olduğunda da yine kendi çocukluğuna dönüyorsun, yine geçmişi telafi ediyorsun. Eğer şefkat buluyorsan, anlayış buluyorsan, kucaklanma buluyorsan telafi ediyorsun.
Anahtar kelime telafi edebilmek ve şefkat olsa gerek.
Öyle tabii. Biz ebeveynler çocuklardan çok şey bekliyoruz bazen ama bu benimle mi ilgili, onunla mı ilgili? Bu yaşanan zorluk kimin zorlanması? Benim zorlanmamsa çocuk ne yapsın? Onun zorlanmasıysa ona ben yardımcı olacağım. Çocuk bana yardımcı olamaz. Çocuk bana şefkat veremez. Bu koşulsuz ebeveynliktir. Yani ebeveyn çocuğunun kovasına hep yukarıdan aşağı akıtacak. Kovasını dolduracak ki, çocuğu da kendi kovasını doldurup kendi ilişkilerine akıtabilsin yeri geldiğinde. Ama çocuk anne babasının kovasını dolduramaz. Elbette sevgi dinamiğinin içinde anne baba besleniyor, beslenmese bu iş olmaz zaten. Ama amaç kendimi beslemek olmayacak. Çocuk ruhsal dünyası olmadan doğuyor. Benim ruhsal dünyamı ödünç alıyor. Ben onun büyüme yolunda ona ne kadar sağlıklı bir ruhsal dünya ödünç verebilirsem, o ruhsal dünyanın içinde kendi ruhsal dünyasını oluşturuyor.
Çok da iyi seziyorlar bizim ruhsal dünyamızı…
Öyle. Ama çocukları bir an önce de büyütme derdine girmemek lazım.
Bırakın Noel Baba’ya inansınlar diyorsunuz?
Bunu niye alalım ki ellerinden? Zaten dokuz on yaşına geldiğinde inanmayı bırakacak. Bu sabahki ilk seansımda beş buçuk yaşınki bir kız puantiyeli şemsiyesiyle geldi. “Biliyor musun” dedi, “bu puantiyeler şemsiyem kuruduğunda kayboluyor.” “Vaay sihirli bir şemsiyen var yani?” diye bir cevap verdim. Şimdi buna korteksten bir yanıt versem, yani düşünen beyinle, mantıkla yanıt versem, “demek ki bunun kimyasalını ona göre yapmışlar, kuruyunca kayboluyor” falan derim ve o diyalog orada kapanır. Ama ben o çocukla bir ilişki kuruyorum, “vay sihirli bir şemsiye, ne kadar özel!” dediğimde heyecan duyuyor. “Hadi bunu bırakalım ve oyunumuz bittikten sonra tekrar bakalım” dedik. Çıkarken “bak gördün mü sana sihirli olduğunu söylemiştim” dedi. O sihiri ben demiştim ona aslında, ikimiz birbirimizle bir bağ kurmuş olduk. Daha beş yaşında! Penceresini niye kapatayım? Klasik eğitimin öğretileri: Ağaç yeşil olur, bulutlar beyaz, gökyüzü mavi. Niye ya? Bir açıyorum ben pencereyi, gökyüzü bazen mor, bazen pembe, bazen kırmızı. Benim hayal dünyamda turkuvaz da olabilir. Kime ne? Anne ben yeşil bir fil yaptım. Yapabilirsin! Öğretmenler ya da anne babalar bir an önce çocukları büyütme derdindeler. Bir an önce mantıklı, bir yetişkin gibi kararlar alan, doğru konuşan, Noel Baba’nın olmadığını bilen, gerçeklerin farkında olan biri olsun. Sonra da hayatı boyunca mutsuz mutsuz takılsın! Bunun bilimine bakalım: Sağlıklı gelişen bir çocukta zaten dokuz – on yaşında soyut düşünce dediğimiz kazanımlar oturmaya başlıyor. Sen şimdi sağlıklı gelişen on on iki yaşındaki bir çocuğu Noel Baba’nın olduğuna ikna edemezsin. Bu sihiri beş yaşındayken elinden almanın “iyi gelen” bir tarafı yok. Ondan sonra anne babalar diyorlar ki, biz bu çocuğu nereye yönlendirelim, yaratıcılığını nasıl geliştirelim. Yaratıcılık zaten onda fazlasıyla var! Doğduğundan itibaren o kadar yaratıcı ki! Çok ünlü bir anekdottur: Bir adam bir tahtaya bir nokta koyar ve çocuklara sorar, bu nedir diye. Çocuklardan yüzlerce yanıt gelir. Yetişkinlerden de tek bir yanıt gelir: Bu bir nokta!
Okul öncesi çağın bu kadar kıymetli bulunmasının nedeni bu hayal gücü mü?
Evet, çocuğun zaten kendi bilgeliğinde olması. Yaratıcı dünyasının zaten çok aktif olması. Ebeveynlerin ve çocuğun hayatındaki yetişkinlerin en önemli rolü bunu söndürmemek. Oyunlarında, diyaloglarında, masallarında.
Bana çok soru geliyor. Dini nasıl anlatalım, Allah var mı? İnanmak, namaz kılmak. Burada çocuğun yaşı ne kadar küçükse, anlayabileceği en basit şey “his”. Sana nasıl hissettirdi? Çam ağacı süslemek sana nasıl hissettiriyor? İyi hissettiriyor. O zaman süsle! Namaz kılmak mesela. Bilmem kim teyze ne yapıyor? Namaz kılıyor kızım. Neden? Seviyor. Neden? Çünkü bu ona iyi hissettiriyor. Sorusunun cevabını aldı. O yaşta anlayamayacağı bir sürü şey söylenebilir, farz denebilir, cennet denebilir, ama anlamaz. Çocuğa nasıl hissettiriyor, buna odaklanalım. İyi hissettiren şey kabuldür. Dokuz on yaşındaki çocuğun anlayabileceği yer bu. Sonrasında zaten ona kalmış, neye inanıp inanmayacağı.
Bu sohbetin sonuna geldik, ama ayda bir kez bir araya gelip konuşmaya devam edeceğiz. Yeni bir yılın arifesindeyiz. Yeni kararlar almak için ideal bir zaman. Veda etmeden önce bu satırları okuyanlar için yeni yılda neler dilersiniz?
Aile dinamiklerine dönsünler. Çocuğun, annenin ve babanın, yani bu ailenin ihtiyacı olan şeye odaklanıp ihtiyaca göre hareket etsinler. Bunu da herkes en iyi kendisi bilir. Çünkü herkes kendi yaşam öyküsünü yaşıyor ve beklentiler farklı. Kimisi sağlık, kimisi para, kimisi özgürlük bekliyor. Bunu aile olarak ne kadar ortak yaşayabiliyorlarsa, yeni bir yıla da o kadar umutlu bir giriş yaparlar.