Bir akşam vakti, küçüğünüzle odanın tam ortasına ışıklı bir yerküre ya da bir dünya atlası koyup merakla okyanusları, denizleri, çölleri, dağları, ormanları, buzulları incelediğinizi; oralarda yaşayan canlılar hakkında sohbet edip hayaller kurduğunuzu düşünün…
Buzları kırarak avlanan kutup ayılarından, yavruları büyüyünceye kadar onları ayaklarının arasında, tüylerinin içinde saklayan imparator penguenlerinden söz ettiğinizi… Sonra, dışarıdan odanın duvarına yansıyan ağaç gölgelerini, yağmurun ya da rüzgârın sesini bir şeylere benzetme oyunu oynadığınızı…
Siz tam bu hayallere dalmış başka diyarlarda gezinirken bir fil, hortumuyla pencerenizi tıklatsa ne yaparsınız? Şaşırıp heyecanlanacağınız kesin! Peki, bu fil Afrika’daki ailesini ziyaret etmek için hayvanat bahçesinden kaçmışsa, Afrika’nın nerede olduğunu bile bilmiyorsa ve sizden yardım istiyorsa?
“Yanıma birkaç elma ve bir yerküre alıp file eşlik ederim” diyenlerdenseniz, siz de Joscha ve Marie kadar cesur ve yardımseversiniz demektir.
Bu Fil Afrika’ya Gitmek İstiyor dostluğa, yol arkadaşlığına, keşfetmeye, tanımaya ve aidiyet duygusuna dair dokunaklı bir öykü. Canlıların “gerçek” yaşam alanlarına dair birçok anlamlı soruya da hazırlıklı olmanızı öneriyoruz…
Bu heyecanlı ve dokunaklı maceradan tadımlık bir bölüm paylaşıyoruz…
Zor durumdaki bir deve yardım etmek gerekir
Pencerenin ardında fırtına vardı. Rüzgâr, yaprakları ve bulutları ayın önünden süpürüyordu. Böyle iyi uyunur, diye düşündü yatağının üzerindeki kuştüyü kaleye sığınan Joscha. Kocaman, yumuşacık yastıklara kadar çekilmiş yorganın içinden sadece başı görünüyordu.
Duvarda eğilip bükülen dalların gölgeleri dolaşıyordu. Ara sıra, pencerenin ardındaki ay ışığında koca ağaç iki büklüm oluyordu. “Uyudun mu?” diye fısıldadı Joscha.
“Hayır” diye fısıldayarak cevap verdi Marie. Duvardaki gölgeleri görmüyordu o. Yorganının altında sadece kendi nefesini duyuyordu. Yorganı rengârenk çiçeklerle kaplıydı. Marie bir köstebek olmuştu, üzerinde de güzel kokular saçan bir çayır uzanıyordu.
“Annemle babam ne zaman dönecek?” diye sordu ve burnunu çayırdan dışarı çıkardı.
“Sonra” dedi Joscha.
“Sonra çok geç” diye fısıldadı Marie. Joscha’nın aksine Marie, anne babasının evde olmamasına henüz alışmamıştı. Joscha ise yorganın altında yatan koskoca bir ağabeydi, anne babasının yokluğunda kız kardeşiyle yalnız kalmıştı. Gölgelerin vurduğu duvarın üzerinde bir bulut uçuyor veya bir kaplan yel gibi koşuyordu. Joscha
bir üfleyişte onu uzaklaştırdı.
“Uyuyamıyorum” dedi Marie. “Çok yalnızım.”
“Yalnız mı?” diye sordu Joscha. “Duvara bakman yeterli. Mesela şurada bir ornitorenk uçuyor. Şurada da bir yılan sürünüyor. Dikkat et! Tırnakyiyen seni yemesin!” “Ne?!” diye ciyakladı Marie ve mağarasında kayboldu. Gölgeler yüzünden Joscha’nın bile birdenbire tüyleri diken diken olmuştu, oysa korkmak için fazla büyüdüğünü düşünürdü. Rüzgârın uğultusu daha eğlenceli gelsin diye Marie’ye güldü biraz. “Marie korkak bir köstebek” dedi ve tam o sırada pencereye tak tak vurulunca ayak parmaklarına kadar ürperdi. Gerçekten pencereye mi vurulmuştu? Joscha soluğunu tuttu. Marie de hiç nefes almıyordu. İşte yine o tıklama sesi!
“Joscha!” diye fısıldadı Marie, neredeyse duyulmayacak bir sesle.
“Biri cama mı vuruyor?” Joscha yan gözle gölgeli duvara baktı:
Kapkara bir dev, ayın önüne başını uzatmışçasına karanlıktı duvar.
“Kıpırdama, Marie!”
“Kim var orada, Joscha?”
“Bir dev olmalı.”
“Dev mi?!” diye kekeledi Marie.
“Bir dev dışında kimsenin boyu bu pencereye yetişmez ki. Çok yukarıdayız” diye fısıldadı Joscha. Gerçekten de Joscha pelüş köpeği pencereden bahçedeki Marie’ye uzatmak istediğinde, babasının atkısını annesinin atkısına, onu da kendisininkine ve Marie’ninkine bağlaması gerekmişti. “Dev bizden ne istiyor?” diye tısladı Marie. Derken yine pencereye vuruldu. Camları sarsacak kadar pes bir ses “İmdat!” diye bağırdı.
“Ne yapacağız şimdi?!” diye çığlık attı Marie yorganın altından.
“Bilmiyorum” diye kekeledi Joscha.
Pencerenin önünden yine “İmdat!” diye seslendi biri.
“Belki de kafasına bir dal düşmüştür!” diye fısıldadı Marie.
“Devlerin başına hiçbir şey düşmez. Onlar her şeyden daha uzundur” dedi Joscha usulca.
Her şeyden daha uzun, diye düşündü Marie ve bunu hayal etmeye çalıştı.
Joscha pencereye kaçamak bir bakış attı. Hep gördüğü ay ışığı ve ağacın olduğu yerde gıpgri bir grilikten başka bir şey görmedi. Ve bu gıpgri griliğin ortasında küçük bir göz dosdoğru ona bakıyordu.
“De…dev!” diye kekeledi Joscha.
“Onu gö…görüyor musun?” diye sordu Marie.“O bizi görüyor!” Göz, bir an olsun Joscha’nın üzerinden ayrılmamıştı.
“Bana yardım edin! Saklanmam gerekiyor!” diye seslendi o pes ses. Saklanmak mı? Burada mı? Joscha kulaklarına inanamıyordu. Ama insan bir deve nasıl itiraz eder?
“De…dev, sa…sana sadece bir bornoz verebilirim.
Fırtınadan korunman için” dedi Joscha göze doğru.
“Buna karşılık sen de bize bir şey yapma.” Joscha titreyerek ayağa kalktı. “Marie, deve senin bornozunu hediye edelim. Aşağıya inip kapının önüne koyarız.”
“Ona kapıyı açamazsın!” diye bağırdı Marie.
“Deve yardım etmezsek öfkesi kendisinden de büyük olur. Hem o daha bornozu almak için eğilmeden biz kapıyı kapatmış oluruz.” Joscha banyoya koştu.
“Beni onunla yalnız bırakma!” diye bağırdı Marie.
Yorganını kenara itti ve Joscha’nın ardından seğirtti.
Marie’nin bornozunu alıp merdivenden indiler. Oturma odası, geceleyin ışık yokken hiç de huzur verici görünmüyordu. Koltuk karanlık bir köşede duruyor, kitaplıklar siyah kuleler gibi duvarda dikiliyordu.
Joscha, “Bahçeye bakan kapıyı aç. Ben bornozu dışarı atınca da kapıyı hemen kapat!” diye tembihledi Marie’yi. “Anladın mı?”
“Evet!” diye fısıldadı Marie. Kendi kendine bunun iyi bir fikir olup olmadığını soruyordu.
“Şimdi!” diye bağırdı Joscha.
Marie hızla kapıyı açtı. Fırtına içeri dalıp tüm gücüyle bornozu Joscha’nın yüzüne çarptı.
Bornoz gürültüyle kulaklarına çarpıp dururken Joscha, “Kaapıyııı heeemeeen kaaapaaattt!” diye kükredi. Marie tüm ağırlığını vererek kapıyı itiyordu, ama kolları rüzgâr kadar güçlü değildi. “Yapaamııyorrruuuum!” diye bağırdı.Kapının önünde iki dev ayak görmüştü. Yoksa dört mü?! “Joschaaa! Dört ayağı var! Ve öne doğru eğilmiş!”
Fırtına oturma odasına doğru esti ve gazeteleri, vazoları hatta iskemleleri önüne kattı. Joscha hâlâ bornozla boğuşuyordu.
“Joschaaaa! Deeeev… i…içeri girmek istiyor!” diye bağırdı Marie. Bunun üzerine bir anda fırtına dindi. Joscha bornozu yere fırlattı, gözlerine inanamıyordu: Kocaman, gri bir kafa şişe mantarı gibi kapıya sıkışmıştı. Bu kafadan da upuzun bir hortum çıkıyordu. Joscha yanılmıyorsa kapıya sıkışmış olan şey gerçek bir fil-devdi.
“Sen gerçek bir fil misin?” diye sordu Joscha.
“Evet” diye mırıldandı fil, pes sesiyle.
“Filler hayvanat bahçesinde olur. O kadar” diye iddia etti filleri devlere yeğleyen Marie.
“Sorun da bu ya!” dedi fil. “Hayvanat bahçesinde yokum artık.”
Hortumuyla alnındaki yaprakları ve yağmuru sildi. “Fırtına çitimi yıktı. Ben de biraz yardımcı oldum gerçi. Şimdi bir kaçağım. İtfaiyeciler beni arıyor, polisler beni arıyor. Herkes beni arıyor. Beni saklamalısınız!”
Joscha soran gözlerle Marie’ye baktı. Zor durumdaki bir file yardım etmek gerekir, diye düşündü. Ama nasıl?
“Terasa açılan sürgülü kapıdan onu içeri alabiliriz” diye önerdi Joscha. “İçeride onu kimse görmez.”
“Bu iyi bir fikir olabilir” diye fısıldadı Marie. Böylece fil, büyük sürgülü kapıdan zar zor geçip oturma odasına girdi. Önce kafası, sonra sırtı ve karnı, en sonunda da geniş poposu. Şimdi içerideydi. Kafası tavana, poposu duvara değiyor, hortumu kıvrılmış hâlde önünde duruyordu. Joscha ve Marie durgunlaşmıştı. Gizlice misafirliğe gelmiş bir file ne ikram edilirdi ki?
“Sıcak kakao içmek ister misin?” diye sordu Marie.
“Yok, teşekkür ederim” dedi fil. “Acaba oturabilir miyim? Burası biraz alçak da.”
Joscha yavaşça başını sallayarak onayladı. Fil, koca poposunu kanepeye yerleştirirken kanepeden gıcırtılar geldi.
“Size teşekkür ederim” dedi fil. Hortumunu vazoya sokup içindeki suyu bir çekişte bitirdi.
“Evet!” dedi, “Benim Afrika’ya gitmem gerekiyor.”
“Afrika’ya mı?!” diye bağırdı Joscha.
“Orası nerede?” diye sordu Marie.
“Ben nereden bileyim?” dedi fil, çünkü sadece hayvanat bahçesini biliyordu. “Hortumumun peşinden gittim ve kendimi burada buldum.” Vazodaki çiçekleri ağzına atıp bir lokmada yuttu. “İçimde bir özlem var” diye mırıldandı hasretle. “Güneşin ve bozkırların kokusunu alıyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum?” Joscha ve Marie başlarını iki yana salladı.
“Benim büyük bir ailem var. Büyük bir sülale. Ailem çok büyük olduğu hâlde onları hiç görmedim.” Masa örtüsüyle ağzını sildi. Terbiye önemliydi ne de olsa.“Kaybedecek vaktimiz yok. Ailemin yanına gitmeliyim” dedi fil ve Joscha’ya döndü: “Afrika tam olarak nerede?”
“Güneyde” dedi Joscha. Oturma odasında arkalarda bir yerde duran küreyi getirdi ve içindeki lambayı yaktı. Işıklı küre mavi ve yeşil-kahverengi-sarı renklerde aydınlandı. Karanlıkta, kamp ateşinin başına toplanır gibi kürenin etrafına toplandılar.
“Biz burada yaşıyoruz” dedi Joscha. “Burası da Afrika.”
“Güzel” dedi fil. “Uzak değilmiş.” Hortumuyla küreyi iki kere kendi etrafında döndürdü. “Kılık değiştireyim, sonra yola çıkarız.”
“Hep birlikte mi?!” diye sordu Joscha.
“Tabii ki! Siz de geliyorsunuz! Anladığım kadarıyla sen dünyayı iyi tanıyorsun. Sen de…” fil Marie’ye dönmüştü, “…dünyayı benim kadar az tanıyorsun. Bu da bana çok cana yakın geldi.”
“Ama biz çoktan uyumuştuk” dedi Marie.
“Bence çoktan uyanmış gibi görünüyorsunuz” dedi fil ve masa örtüsüyle başını örttü. “Kılık değiştirmeme yardım etmelisiniz. Yoksa beni tanırlar.”
Joscha bodruma koşup boya dolu kovalarla geri geldi. “Seni öyle bir boyayalım ki, önünde yeşillik olan bir ev duvarına benze” diye önerdi. “Bana uyar” dedi fil. “Marie, sırt çantasını getir. Hemen yola çıkmalıyız” dedi Joscha. “Ama annemle babam…” diye duraksadı Marie.
“Onlara mektup yazarız.”
Böylece fil, önünde yeşillik olan duvar kılığında bahçeye çıktı. Oturma odasının zeminindeki boya lekeleri, renkler arasında yaşanmış büyük bir savaşın kalıntılarını andırıyordu. Evde kalmayıp Afrika’ya gidiyor olmaları iyi denk düşmüştü yani. Joscha küreyi sırt çantasına koydu, Marie de iki elmayla kurabiye ekledi. Masaya bir kâğıt bırakıp kapıyı arkalarından kapadılar. Kâğıdın üzerinde “Hemen döneriz. Afrika’ya uğrayıp geleceğiz,” yazıyordu.