Bebeğinizin sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmesini diliyorsunuz. Peki bu dileğinizin gerçekleşmesi için ana rahminde geçirdiği dönemin bıraktığı derin izlerin hayatını nasıl etkileyeceğini biliyor musunuz? Yapılan birçok kaydadeğer araştırma gösteriyor ki, insanın bilinçli bir varlık olma yolculuğu, ana rahmine düşmesiyle başlıyor.

Hepimizin kendine özgü garip özellikleri var. Bazılarımız hava ne kadar soğuk olursa olsun boynumuza bir atkı atamıyor, kafamıza asla şapka giymiyor, boğazlı kazakların içinde daralıyoruz. Bu davranış kimilerince tuhaflık olarak adlandırılsa da azımsanmayacak sayıda uzman bunu zorlu bir doğum tecrübesine bağlıyor. Bebeklerin çoğunluğu önden kafaları ve omuzları çıkacak şekilde doğuyor ve bu da en çok baskının bu bölgelere uygulanmasıyla sonuçlanıyor. Buradan bakınca, zor ve acılı bir doğum geçirmiş bir kişinin daha sonra kafasına ve boynuna takılan giysilerden kaçınmasını anlamak zor değil.

Çocukluğumuzda oynadığımız oyunların ve yetişkinlikte hoşlandığımız şeylerin bile bir şekilde doğumumuzla ilgili olduğunu görüyoruz. Bir iki yaşlarındaki bir çocuk, beyaz bir kabloyla büyük bir aşkla oynayabilir, çünkü bir zamanlar annesinin karnındayken tek oyuncağı olan göbek bağını hatırlar. Bir çocuk neden parktaki salıncakta sallanarak saatlerini geçirir? Sallanmak ebeveynler ya da öğretmenler tarafından öğretilen bir beceri değildir. Salıncaklar içgüdüsel olarak çocukları çeker çünkü sallanmak rahimdeki nazik sallantıyı çağrıştırır. Bir sihirbazın şapkadan tavşan çıkarmasına bir yetişkinin verdiği heyecanlı tepki de aynı yerden gelir. Tavşanın esrarengiz bir şekilde oraya çıkması bilinçaltında ona kendi doğumunu hatırlatır.

Rahim çocuğun ilk dünyasıdır

Elbette, konu insan psikolojisi olunca birebir bağlantılardan söz etmek zordur. Bir çocuk mutsuz bir evliliğin, umursamaz, ruhu çelişkilerle dolu, hatta felaket bir annenin çocuğu olarak da doğsa, bu onun ileriki yaşlarda şizofreni, alkolizm, kayıtsızlık ya da obsesif kompülsif davranışlar gibi bir rahatsızlığı olacağı anlamına gelmez. Zihinle ilgili hiçbir şey bu kadar düzenli değildir. Fakat rahim çocuğun ilk dünyasıdır. Bu dünyayı sevgi ya da şiddet dolu geçirmiş olması onun karakterindeki ilk eğilimleri yaratır. Rahim çok gerçekçi bir şekilde çocuğun hayattan beklentilerini oluşturur. Eğer rahim sıcak ve sevgi dolu bir yer olmuşsa çocuk dış dünyanın da böyle bir yer olmasını bekleyecektir. Bu beklenti güven, açıklık ve kendine güven konusunda yatkınlıkları belirleyecektir. Dünya çocuk için, tıpkı rahimde olduğu gibi, sıcak bir dünya olacaktır. Eğer rahimdeki dünya kaba ve zor bir ortam olduysa çocuk dış dünyadan da aynı şeyleri bekleyecektir. Bu düşmanca dünyaya karşı tutumu, içekapanık, şüpheci ve güvensiz olacaktır. Çocuğun başkalarıyla bağ kurması ve kendine güvenmesi zor olacaktır.

Hisleri olan, hatırlayabilen bilinçli bir varlık

Doğmamış bir çocuk nasıl dokuz ay içinde ufacık bir protoplazmadan tam olarak gelişmiş karmaşık beyinli, sinir sistemine ve vücuda sahip bir bebek halini alıyorsa, duygusal olarak da hissiz bir varlıktan çok karmaşık duyguları anlayabilecek ve işleyebilecek yapıda bir varlığa dönüşür.

Bu gerçeğin daha fazla kişi tarafından bilinmesi çok şey değiştirir. Eğer daha çok hamile kadın çocuklarıyla iletişim kurmaya başlarsa, bu muazzam bir başlangıcın temsilcisi olabilir. Altı, yedi ya da sekiz ay boyunca kapalı bir odada tek başınıza hiçbir duygusal ya da zihinsel uyarıcı olmadan yaşamanın nasıl bir şey olacağını düşünün. Bu, aşağı yukarı, doğmamış bir çocuğu görmezden gelmenin net etkisidir. Elbette, onun duygusal ve zihinsel ihtiyaçları bizimkilerden daha ilkeldir. Önemli olan bu ihtiyaçlara sahip olmasıdır. En az bizim kadar, hatta bizden daha da fazla, istendiğini ve sevildiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. O düşünülmeye ve konuşulmaya ihtiyaç duyar, yoksa ruhu ve hatta vücudu solmaya başlar.

Çocuk anneden nasıl derinden etkilenmesin? Annenin kalp atışı kadar sıradan ve nötr gibi görünen şeylerin bile etkisi vardır. Bu şüphesiz, çocuğun hayat destek sisteminin gerekli bir parçasıdır. Çocuk tabii ki bunu bilmez, ama bilir ki kalbin düzenli ritmi onun evrenindeki en önemli takımyıldızlardan biridir. Bu sesle uyur, uyanır, hareket eder ve dinlenir. İnsan beyni, rahimdeki insan beyni bile, sembol üreten bir yapıya sahip olduğu için, rahimdeki cenin kalp atışlarına metaforik bir anlam yükler. Bu ses ona sakinliği, güveni ve sevgiyi ifade eder. Bu sesin varlığında, genellikle serpilip gelişir.

Yeni çalışmalar, yirmi dördüncü haftadan itibaren doğmamış çocuğun sürekli dinlediğini gösteriyor. Dinleyecek çok şeyi var. Hamile karın ve rahim çok gürültülü yerlerdir. Annesinin karın gurultuları, çocuğun duyduğu en yüksek seslerdir. Annesinin sesi, babasının sesi ve diğer dış sesler daha hafiftir ama yine de bunları duyabilir. Onun dünyasına egemen olan ses annesinin ritmik kalp atışlarıdır. Bu ses normal ritmini koruduğu sürece, bebek her şeyin yolunda olduğunu ve güvende olduğunu bilir.

Bilinç ne zaman ortaya çıkar?

Yakın zamanda yapılan nörolojik çalışmalar, üç önkoşuldan en önemlisi olan bilincin var olduğunu göstermekle kalmayıp tam olarak ne zaman ortaya çıktığına da işaret ediyor. Hatırı sayılır bir dergi olan Brain Research [Beyin Araştırması] dergisinin editörü ve National Institutes of Health’de beyin üzerine çalışmalara önderlik eden Prof. Dr. Dominick Purpura farkındalığın başlangıcının yirmi sekizinci ile otuz ikinci haftalar arasında olduğunu savunuyor. Bu noktada beynin sinirsel devrelerinin yeni doğmuş bir bebek kadar gelişmiş olduğunu da ekliyor. Bunun çok önemli olmasının sebebi, bu devreler sayesinde mesajların beyin içerisinde ve beyinden vücudun çeşitli bölgelerine iletilmesidir. Yaklaşık aynı zamanlarda, beyinsel korteks bilinci destekleyebilecek kadar güçlenir. Bu da çok önemlidir çünkü korteks insan beyninin en karmaşık kısmıdır -insanı insan yapan kısım. Düşünmek, hissetmek ve hatırlamak için korteksi kullanırız.

Buradan yola çıkılarak yapılan kayda değer araştırmaların farkındalığı bizi bildiğimizin ya da bildiğimizi sandığımızın çok ötesinde bir yere taşır: Doğmamış çocuğun duygusal gelişimi. Bu buluş, bilimsel olarak çok heyecan verici olsa da (her şeyden evvel, insanın kişiliğinin ikinci ya da üçüncü yaşında gelişmeye başladığını savunan eski Freud teorisini tamamen yerinden oynatması gibi) ebeveyn olmanın, özellikle de anneliğin anlamını ve önemini derinleştirip zenginleştirmiştir. Yeni bilgimizi en değerli kılan şey, hamile kadın hakkında ortaya çıkardıkları ve kadının doğmamış çocuğunun kişiliği üzerindeki etkisidir. Annenin gereçleri, kendi düşünceleri ve hisleridir. Ve bu gereçler sayesinde anne, daha önce olası bulmadığımız bir şekilde, daha fazla avantaja sahip bir insan yaratabilir.

Elbette, bu kritik aylarda annenin başına gelen her şey geri döndürülemez bir biçimde bebeğinin geleceğine etki etmiyor. Yeni bir hayatın şekillenmesi birçok etkenin bir araya gelmesiyle oluyor. Bu karışım içinde annenin duygu ve düşünceleri sadece bir etmendir, ama bunları özel kılan, genetik kalıtım gibi diğer önceden belirlenmiş faktörlerin aksine, kontrol edilebilir olmalarıdır.

Bir çocuğun gelecekteki mutluluğu annesinin yirmi dört saat mutlu ve parlak düşünceler üretmesine bağlı değildir, fakat şunlara bağlıdır:

  • Kaygı ve strese bağlı hormonlar, anneden çocuğa giden en bariz fizyolojik iletişim araçlarıdır. Tabii ki çocukla doğrudan bağlantılı olan hamilelikle, eşle ya da kadının yetersizlikleri ve güvensizlikleriye ilgili kaygılar, cenin üzerinde en çok etkiyi bırakanlardır. Fakat sadece çok yoğun ya da sürekli olan annelik kaygıları zararlı olabilir. Arada gündelik stresler, faturalar ya da aldığı kilolar konusunda endişelenen bir kadın elbette çocuğunu riske atmaz Bu tip kaygıların üreteceği hormonlar -üretirlerse eğer- doğmamış çocuğu etkilemez. Çocuğu etkileyecek olan sürekli saldıran kaygı hormonlarıdır.
  • Sigara içmek, çok içki içmek, ilaç kullanmak ve aşırı yemek ya da kötü beslenmek gibi şeylerin tümü fizyolojik iletişim kapsamındadır, çünkü bunlar psikolojik olarak kaygının dolaylı birer dış
  • Kafeinin cenin üzerindeki etkilerine dair sonuçlar alkol ve sigara kadar ikna edici değ Hamilelikte kafeinin etkileri üzerine yapılan birkaç araştırma sonuca varamamıştır. Bu konuda bir istisna Washington Üniversitesindeki araştırmacılardan gelmiştir. Bu araştırmacılar kafein ile (kahve, kola, kakao ya da çaydaki kafein) belirli doğum rahatsızlıkları arasında bir korelasyon buldular. En çok kafein tüketenlerin bebeklerinde güçsüz kas yapısı ve düşük aktivite seviyesi gözlemlediler.
  • Doğum sırasında kadının nasıl hissettiği doğumu nasıl yaptığını doğrudan etkiler. Kadın rahat, kendinden emin ve çocuğunu doğumunu heyecanla beklemekte ise büyük ihtimalle doğum sırasında da zorluk çekmeyecektir. Fakat eğer stres altındaysa, anne olma konusunda endişeleri varsa o zaman doğumdaki komplikasyon riski artar. Bu bilgiyi sadece doğum raporlarından değil, yakında doğacak olan bebeğin bir anlamda şahitliğinden biliyoruz. Doğuma yaklaşılan saatlerde bebek diğer şeylerin yanı sıra annesinin duygularının fazlaca farkındadır ve bu hatıralar senelerce sonra beklenmedik bir anda veya tedavi seanslarında yüzeye çıkabilir.
  • Çocuğunuza saygılı olun. Onun etrafında iki ya da üç yaşına kadar söylediğiniz sözlerin önemli olmadığını düşünme hatasına düşmeyin

 

  • Kaynak: Doğmamış Çocuğun Gizli Yaşamı 
    Bölümler: 
    Doğum Öncesi Benlik
    Rahim İçi Bağlanma
    Doğum Deneyimi
    Karakter Oluşması
    Anneliği Kutlama
    Hayat Bağı
    Birinci Yıl
    Eski Hatıraları Canlandırmakdogmamis cocuğun gizli yasami